Erdoğan-Trump Görüşmeleri: Detaylar ve Sonuçlar
- Deniz Dede
- 29 Eyl
- 7 dakikada okunur

25 Eylül 2025’te, yaklaşık altı seneden sonra ilk defa Beyaz Saray’a misafir olan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump ile bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeden çıkarılabilecek birçok detay var. Görüşmenin birçok sonucu da var elbette. Bu sonuçlar, bir kesim tarafından olumsuz, bir kesim tarafından da olumlu olarak nitelendirildi. Peki gerçekten bu görüşmeye “tamamen olumlu” ya da “tamamen olumsuz” demek mümkün müdür? Bu makalede Erdoğan-Trump görüşmesinin detaylarını tartışarak soruya yanıt bulmaya çalışacağız.
Görüşmeden Bir Hafta Önce: Oğul Trump ile Toplantı
ABD ziyaretinden yaklaşık bir hafta önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Donald Trump’ın kendisiyle aynı ismi taşıyan büyük oğlu Donald Trump Jr. ile bir görüşme yaptığı iddia edilmişti. Öyle ki, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in iddialarına göre Trump Jr, babasının Erdoğan ile görüşmesinin ön şartı olarak Amerikalı Boeing firmasından uçak satın almaları gerektiğini iletmişti. Buna cevaben ise Erdoğan’ın, “Babanıza söyleyin, bize randevu verirse 300 Boeing alacağız, F-16 satın almayı konuşacağız” dediği iddia edilmiş, o haftanın en çarpıcı gündem maddelerinden biri olmuştu. Bu durumu doğrudan Erdoğan’a soru olarak yönelden Anadolu Ajansı muhabirine Erdoğan, “İnanmıyorsunuz değil mi?” şeklinde cevap vermiş, muhabirin yine gündem olan “biz size soruyoruz.” cümlesinin ardından “Sağır duymaz uydurur. Bu adam (Özgür Özel) da durmadan böyle uydurup duruyor.” demişti. Kısacası, Erdoğan-Trump görüşmesi daha gerçekleşmeden iç politikada ciddi tartışmalara neden olmuştu. Aynı tarihlerde Trump, Truth Social üzerinden yayınladığı mesajında, Türkiye’nin ABD’den “çok sayıda” Boeing uçak ve F-16 savaş uçaklarının almasına yönelik bir gündem maddesi olacağını kaydetmiş, “görüşmenin olumlu sonuçlanmasını beklediğini” yazmıştı.
Türkiye’de ise bu görüşmenin ana gündem maddesinin bölgesel ilişkiler ve Gazze meselesi ile paralel olarak görülen gerilimler olarak ifade ediliyordu. Hatta sosyal medyada yayınlanan bir ifadeye göre, “Erdoğan ABD’ye Gazze’nin hesabını sormaya gidiyor”du. Elbette bu konular da konuşuldu. Fakat anlaşıldığı kadarıyla ABD’nin gündeminde başka maddeler de vardı.
Görüşmeden Öne Çıkan Detaylar: Rozet, Meşruiyet, ve Masa
Detaylar, siyasal iletişimde her şeydir. Dikkatsiz yapılan bir planlama, “görüşme” olarak planlanan bir durumun felaketle sonuçlanmasına sebep olabilir. Rus mevkidaşı Vladimir Putin gibi, Donald Trump da bunu çok iyi bilen bir siyasetçi. Öyle ki, her görüşme için özel olarak hazırlanmış, masa süslemelerine kadar her detayına özen göstermiş.

Basına servis edilen fotoğraflarda öne çıkan en büyük detay Trump’ın “savaş uçağı” pini. Trump’ın her görüşmesine klasikleşmiş Amerikan Bayrağı pini ile gittiğini biliyoruz, ki zaten bunu yapmazsa hata etmiş olur. Erdoğan ile olan görüşmesinde, Lockheed Martin’in F-22 programı pinini de Amerikan Bayrağı pinine ek olarak taktığı görülüyor. Bu pini pek çok haber kaynağı F-35 olarak yorumluyor ancak tasarımları benzer olsa da, belirli kaynaklar tarafından doğrulandığı üzere pin, bir F-22'yi sembolize ediyor. Lockheed Martin, Erdoğan-Trump görüşmesinden bir hafta kadar önce F-22 uçaklarını modernize ederek Amerikan ordusuna yeniden kazandırma hedefini duyurmuş, bu hedefi doğrultusunda da yeni radarların ve açık misyon sistemlerinin kullanılmasıyla uçakların "hurda" olmak yerine hizmet vermeye devam edeceği yorumlarını almıştı. Bu pin, ABD tarafından verilmek istenen mesaja göre, Türkiye'nin NATO teknolojisiyle iş birliği yapmasına yönelik beklentileri simgeliyor.
Bu pinin, medyaya yansıdığı şekliyle Türkiye açısından en ciddi önemi, pinin pek çok haber

kaynaklarınca yorumlandığı üzere "sembolize ettiği" F-35 programında diğer müttefiklerin yanında Türkiye’nin de bulunuyor olması. Hatırlatalım; Türkiye, 2019 yılında Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almış olması nedeniyle Lockheed Martin tarafından programdan çıkarılmıştı. Bu kararla birlikte CAATSA yaptırımları gündeme gelmiş, Türkiye-ABD ilişkileri önemli ölçüde gerilmiş, Türkiye’nin 100 adet F-35A siparişi iptal edilmiş, Türk firmalarının program dahilindeki üretim payları farklı ülkelere kaydırılmıştı. Kısacası bu pin, Türkiye-ABD ilişkilerinin son yıllarına dair gündemi en net özetleyen parça olarak yorumlanmasının yanı sıra, ABD'nin klasik güç gösterisi unsuru olarak da karşımıza çıkıyor.

Fotoğraflarda öne çıkan detaylardan bir diğer önemli olanı, diplomatik usulde jest ve hareketler. Bu noktada el sıkışma biçimleri ve diplomatik giyim kodlarına dikkat etmek gerekir. Erdoğan, her görüşmesinde bu detaylara dikkat eder, bu görüşmede de el sıkışırken Erdoğan’ın elinin üstte olması, ve ellerin ortada değil de Erdoğan’a yakın olması, Erdoğan’ın psikolojik üstünlük kurma amacının o kareye bir yansıması. İşin ilginç yanı, Trump’ın da bu tür detaylara azami dikkat gösteriyor olması. Burada karşımıza iki ihtimal çıkıyor; ya Trump’ın dikkati dağınık, ya da Erdoğan’ın bu görüntüyü vermesini kasti olarak istiyor. İki ihtimal de son derece olağan, çünkü Birleşmiş Milletler’in yoğun gündeminden dolayı liderler detayları hesaplayamayabilirler. Diğer ihtimal için ise Trump'ın, servis edilen görüntülerin anlamından bağımsız olarak yapılan anlaşmalardan sonuç elde edeceğini düşünmüş olması mümkündür. Benzer şekilde Trump’ın Erdoğan’ın sandalyesini ittiği fotoğraf, toplantıya dair servise edilen ilk görüntü olmuştu. Bu her ne kadar gündeme gelmese de, bu karenin Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu’nun sandalyesini iterken çekilen fotoğrafla olan benzerliği dikkat çekici. Burada da Trump, “basına oynayarak” güçlü gözükmeyi ikinci plana atmış ve dış politikadaki açık veya örtülü kazanımlarına odaklanmış diyebiliriz.

Bir diğer büyük detay, masada duran Boeing maketi. Elbette ki bu maket, sürekli orada duran bir süs değil. Gündem ile bağlantılı olarak hem basına hem de Erdoğan’a vermek istediği sinyalin bir yansıması duruyor orada. Türkiye’de gündemin merkezine oturan Trump Jr. görüşmesine karşın Boeing uçakları, ciddi bir etki oluşturmamıştı. Bir diğer ifadeyle Türkiye’de gündemde olan mesele Boeing uçaklar değil, o uçakların “ne karşılığında” sipariş edildiğiydi. ABD’de ise ana gündem maddelerinden biri olarak Türkiye’ye Boeing satışları yer alıyor. O uçak maketi de bunun bir sembolizasyonu.
Görüşmenin Sözlü Bölümü: Anlaşmalar ve İfadeler
Görüşmenin sembolik kısmından sözlü kısmına geçtiğimizde, kişisel iletişimde “sandviç tekniği” olarak bildiğimiz yöntemle Donald Trump, asıl gündemini başarılı bir biçimde uygulamaya koymuş gözüküyor. Bu görüşmelerden hemen önce ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın açıklaması dikkat çekici. Barrack, ABD Başkanı Trump’ın “Ona (Erdoğan’a) ihtiyacı olanı verelim” dediğini, bu ihtiyacının ise “meşruiyet” olduğunu söylediğini aktarmıştı. “‘Tamam sayın başkan, neye ihtiyacı var?’ diye sorduğumda ‘meşruiyet’ dedi. Çok akıllı biri.

Mesele sınırlar, S-400 ya da F-16'lar değil. Mesele meşruiyet.” ifadelerini kullanan Barrack, bu cümle kadar gündem olmasa da, Türkiye’nin dünyada en fazla F-16 satın alan ülke olduğunu ve bu uçakların üreticisi olan Lockheed Martin’i “Türkiye’nin satın almalarının ayakta tuttuğunu” söylemişti. Açıklamanın şu ana kadar değindiğimiz kısmı rahatsız edici. Amerikalı bir şirketi Türkiye’ye yapılan satışların ayakta tuttuğu meselesi bir yana, yabancı bir devletin Türkiye’deki siyasi mekanizmaya “meşruiyet” sağlayacağını söylemesi ve bunu birden fazla kez tekrarlaması, diplomatik etik çerçeve açısından anlayışla karşılanabilir bir durum değil. Burada Rusya’ya bir mesaj verildiği açık elbette. “Türkiye bizim tarafımızda, öyle ki liderlerine meşruiyeti biz veriyoruz.” diyor ABD, fakat Rusya’ya ya da diğer başka herhangi bir devlete mesaj vermenin yolu bu değil elbette. Bu, ancak bağımsızlığına düşkün bir milleti kendinden daha fazla nefret ettirmek için yapılmış art niyetli bir açıklama. Bu açıklamaya ise TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’tan hızla tepki gelmişti tabii ki. Kurtulmuş, “Millet iradesinden başka hiçbir iç ya da dış odağın Türk siyasetine meşruiyet sağlaması mümkün değildir. Şu anda da Türkiye'de sağlam bir demokrasi vardır, olgun bir demokrasi vardır.” mesajı vermişti. Bu tepkinin ardından Barrack bir adım geri giderek, sözünün Türkiye siyaseti bağlamında bir söz olmadığını, ABD bağlamında bir meşruiyetten söz ettiğini belirtmişti.
Trump’ın “sandviç tekniği” ile ne gibi kazanımlar elde ettiğine bakılacak olursa, sözüne Erdoğan’ı överek başladığı ve sözünü yine Erdoğan’ı överek bitirdiği açıkça görülebilir. Hatta basın karşısında soru cevaplarken CNN Türk’ün ABD Temsilcisi Yunus Paksoy’a “CNN’i sevmiyorum ama CNN Türk’ü seviyorum” ifadelerini kullanması toplantı gündemi haricinde gündemi en fazla meşgul eden hadiseydi. Bunun yanı sıra Trump’ın Erdoğan’a sıraladığı övgüler, “O çok saygın biri” ile başlamış, “Zor bir adam. Ve “highly-opinionated”. Normalde böyle insanları sevmem ama bu adamı sevdim.” ifadesiyle devam etmişti. Buradaki “highly-opinionated” ifadesinin tam Türkçe karşılığını yazmak zor, Türkçe haberleştirenler “fikirli” olarak çevirmiş, Türkçede anlamlı bir cümle statüsüne erişmesi için bunu “kendi fikrinde ısrarcı olan” şeklinde çevirmek daha doğru olabilir. Bu ifadenin ardından Suriye meselesine değinen Trump, “Suriye'deki zaferin sorumlusu Erdoğan'dı. Bu, Türkiye için bir zaferdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'de eski lideri devirme mücadelesindeki başarıdan sorumlu olan kişidir.” ifadesiyle Erdoğan’ın dış siyasetini de övmüş oldu.

Görüşmenin devamına gelmeden önce belirtmek gerekir ki, Trump gibi başına buyruk bir siyasetçi birini övüyorsa, mutlaka ondan ciddi bir kazanım elde etmeyi hedefliyordur. Burada da öyle oldu. Trump, Bu övgülerin arasına, pek çok talebini sıkıştırmayı başardı. İlk olarak bahsedilmesi gereken, görüşmelerden önce de gündeme geldiği gibi Türk Hava Yolları tarafından 225 adet Boeing uçak siparişinin verilmesi. Burada Trump’ın iki haftadır medya aracılığıyla gündeme getirdiği amacını gerçekleştirdiğini görmek mümkün. İkinci olarak yeniden F-16 satış ve modernizasyon görüşmeleri tamamlandı, F-35 programı için ise “olumlu sinyaller” haricinde olağanüstü bir gelişme yaşanmadı. Erdoğan’ın Beyaz Saray’a son gelişinde de gündemin ana maddesi olan Rus yapımı S-400’lerin devre dışı bırakılması ve akabinde ABD’nin uyguladığı yaptırımları “hemen” kaldırma taahhüdü vermesi en güncel gelişmelerden bir diğeri. Burada halihazırda Rusya’ya yakın politikalar izleyen Türkiye’nin yıllardır NATO’da tartışmalara neden olan “eksen kayması” meselesi tekrar gündeme taşınmış oldu. Bir diğer mesele, ABD’nin Avrupa için de sıklıkla dile getirdiği “Rus gazına bağımlılık” meselesi. Trump burada beklenmedik bir hamle yaptı: Türkiye’yi LNG satın almaya ikna etti. Önümüzdeki 20 yıl geçerli olacak bu mutabakatın yanına nükleer mutabakatı da eklendi. Böylece Türkiye’nin özellikle Avrupa’ya karşı kullandığı “Rus Gazı” meselesini Trump kendi lehine çevirmiş oldu.
Tüm bunların yanında bir de “hileli seçimler" meselesi var. Trump, Erdoğan ile olan ilişkilerinin uzun bir geçmişi olduğunu ifade ederken, “sürgünde” olduğu dönemde bile ilişkilerinin devam ettiğini, zaten “sürgününün” de hileli bir seçimin sonucu olduğunu belirtti. Bu noktada Erdoğan’ı işaret ederek, “hileli seçimleri en iyi o bilir” ifadesini kullandı. Bu cümlenin olumlu olmadığını belirtmek gerekir. Yirmi yılı aşkın bir süredir iktidarda olan Erdoğan’ın herhangi bir “hileli seçime” kurban gitmediği aşikar, zira kendisi hâla iktidarda. Bu sebeple, bu ifadenin Türkiye tarafından hiçbir şekilde olumlu algılanmaması gerekiyordu. Trump, burada, tüm övgülerinin arasına böyle bir ifadeyi ustaca sıkıştırmayı başarmış olabilir; fakat bu, normal şartlarda bir diplomatik krize sebebiyet verebilecek ölçüde ciddi bir olay. Türkiye tarafından bu ifadenin yeterince tepki almadığını söylemek gerekir.
Trump’ın kullandığı tekniğin adına “sandviç” deniyor, bunun sebebi de görüşmenin sonuç kısmı. Görüşmeye son derece olumlu başlayıp devamında kendi isteklerini masaya yatıran Trump, görüşmeyi yine övgülerle sonlandırdı. Erdoğan’ın diplomatik açıdan “tarafsızlığını” ve arabulucu rolünü övgüyle anlatan Trump, Erdoğan’ın “tüm dünyada çok saygı gördüğünü”, ve “muazzam, güçlü bir ordu kurduğunu” dile getirerek sözlerini tamamladı.

Peki bunlar tamamen olumsuz gelişmeler mi? Elbette ki hayır. Görüşmelerden basına yansıyan “Erdoğan övgüleri” başta Türkiye’nin Doğu’daki müttefikleri olmak üzere tüm dünya tarafından takip edildi. Görüşmelerin ticari boyutlarından bağımsız olarak, Suriye meselesinde Türkiye ve Türk ordusunun inisiyatifi ele alması, Trump’ın da direkt belirttiği şekliyle Esad’ın “devrilmesindeki” rolü ile de Türkiye’nin itibarının artması söz konusu oldu. Bunun yanında Türkiye’nin, Ukrayna-Rusya Savaşı’ndaki arabulucu rolü ve bunun İsrail-Filistin meselesinde de tekrarlanmasına yönelik çabalar, Türk tarafından olumlu bir gelişme olarak kaydedildi, bunun yanında dünya medyasında da tarafsız bir aktör olarak Türkiye’nin hâla “masada olması” olumlu bir durum olarak yer edindi. Yine Erdoğan’ın “çok saygın lider” ifadesiyle övgü alması, her ne kadar kişisel iletişimde üzerine düşünülmüş bir ifade olsa da, Türkiye’nin NATO’daki kritik rolüne vurgu yapmış ve Rusya’dan politik olarak uzaklaşmış olsa da saygınlığını korumuş, hatta artırmış oldu.
Sonuç
Toplamak gerekirse, 25 Eylül’deki Erdoğan-Trump görüşmesinin Türkiye açısından olumlu ve olumsuz pek çok etkisi bulunuyor. Bu etkiler, birbirinden bağımsız “sadece olumlu” veya “sadece olumsuz” olarak değerlendirilmesi mümkün olmayan olaylar ve durumlar zinciriyle, medyaya da karmaşık sinyallerle yansıyor. Bu görüşmelerin etkisi, Rusya tarafından gelecek sinyaller neticesinde daha da netlik kazanacaktır. Fakat şimdi, ABD Başkanı Donald Trump’ın “istediğini elde ettiğini”, ve Türkiye’yi Rusya’dan ve Rusya’nın liderlik ettiği BRICS’ten uzaklaştırdığını ifade etmek mümkündür. Yeni gelişmelerle bu durumun Türkiye açısından ne derece dengeli olduğu görülecektir.
Yorumlar